Bu Blogda Ara

20 Eylül 2013 Cuma

Buenos Airesli Silvia’nın Keçe Ustası Rabia’ya Dönüşen Hikayesi...

Bugün sizlerle çok güzel bir hikayeyi paylaşmak istedim. Aslında bunun için biraz geç kaldım diyebilirim.. Çünkü ara ara 'hayattan' sayfasına yazı yazdığım yüksek hızlı trenlerde ücretsiz dağıtılan ve ulaşım, bilişim, iletişim konulu sektörel dergilerin en iyisi diyebileceğim Bağlantı Noktası Dergisi'nin Nisan 2013 sayısında yayınlandı bu röportajım (http://www.hossajans.com/?islem=dergi). (Bu arada dergidekinden farklı fotoğraflar kullandım).

Bu röportajın yayınlanmasından yaklaşık bir ay kadar sonra kahramanım Silvia'yı aradım. Bana, heyecanlı bir tonla teşekkür üstüne teşekkür etti. Derginin yayınından hemen sonra, kendini star gibi hissetmeye başladığını, trenden inenlerin eline dergiyi alıp atölyeye geldiğini, üstelik gruplar halinde geldiklerini, hakkında herşeyi bildiklerini ve bu duruma çok şaşırdığını söyledi. Çok sevindim. Ama şaşırmadım. Çünkü buna medyanın gücü deniyor...Bu kendini yeniden gerçekleştirme cesareti gösteren şahane kadına bir faydam daha olması arzusuyla bloğumda da paylaşmak istedim...İşte o hikaye...

Silvia İnes, yaklaşık 20 yıldır Konya’da yaşayan bir Arjantinli.

Bir macera olarak Konya’ya gelip keçe ustası Mehmet Girgiç’le

tanıştıktan sonra burada kalmaya karar verdi...

 


Hikâyemizin kahramanı Silva İnes Garoselli, 1963 yılında Arjantin Buenos Aires’de doğdu. Anne, baba ve 3’ü kız, 1 erkek, toplam 4 kardeşten oluşan büyük bir aileye mensup. Baba, o henüz 18 yaşındayken vefat etmiş. Annesi hayatta ve ailesinin diğer tüm fertleri gibi Arjantin’de yaşıyor.

Onunla, sabah saatlerinde, Konya Mevlana civarında hem ürettiği hem de ticaretini yaptığı keçe atölyesinde buluşuyoruz. Latinlerle benzediğimizden olsa gerek, karşımda gördüğüm, orta boylu, esmer, güler yüzlü, orta yaşlarını süren hoş kadının yabancı olduğunu düşünmüyorum.

 Kısa bir tanışma merasiminden sonra, tıpkı Türkler gibi önce “Aç mısınız?” diye soruyor. Fırından yeni alınmış çıtır simitleri ve yeni demlenmiş çayı işaret ederek, “Bunca yıl sonra ben de Türkleştim artık.” deyip gülüyor ve Türk usulü kahvaltı çıtır simit-çay eşliğinde sımsıcak bir sohbet başlıyor aramızda. Hikâyesi, insanı çekiyor tabii. Dile kolay. Sen dünyanın bir ucundan kalkıp diğer ucuna gel ve orada yepyeni bir hayat kur. Ülkeni değiştir, mesleğini değiştir. O da yetmesin, dinini ve ismini değiştir. Nasıl bir cesur yürekliliktir ki bu, tüm ezberlerini bozmuş ve kendini yeniden gerçekleştirmiş. Müthiş doğrusu. Etkilenmemek mümkün değil. Silvia, ülkesi Arjantin’de iyi bir eğitim alarak, harita mühendisliği okuyor. Ancak okul bittikten sonra, mesleğiyle ilgili iyi bir iş bulamadığı için, bir doktorun muayenehanesinde uzun bir süre sekreter olarak çalışıyor (yaklaşık 8 sene). Arjantin’deki işsizlik oranları düşünüldüğünde onun için başka bir iş imkânı olmamış maalesef.

BİRGÜN BİR AR KADAŞININ TEKLİFİ HAYATINI DEĞİŞTİRDİ

Yıllar, doktorun yanında sekreterlik yaparak geçerken ve o da 30’lu yaşlarına gelmişken, birgün, Anna Kestelot adında bir arkadaşının kardeşi, hayatının tüm akışını değiştirecek bir öneride bulunuyor. Ve işte bundan sonrasını onun o tatlı, Latinlere özgü aksanlı Türkçesi'nden dinliyorum: “Benim eller küçüklüğümden beri hep çok maharetliydi. Hep desen çiziyordum. Ama ne yapacağımı bir türlü bulamıyordum. Sanata hep alaka duydum. Fakat hiçbir zaman sanat branşımı bulamadım. Yani hangi sanatı yapacağımı bir türlü bulamadım? Bir arkadaşım Arjantin’de halı ve kilim satmayı düşünüyordu o zaman. Anna, Anna Kestelot... Anna’nın erkek kardeşi o zaman Türkiye’ye, Konya’ya gelmişti. Bizden 1 sene önce. Yani ne zaman diyelim, 1993 yılı falan herhalde. Türkiye’ye gelmiş ve Konya’da Mehmet Bey’le tanışıp arkadaş olmuştu (keçe ve halı-kilim ustası Mehmet Girgiç). Türkiye’de çok güzel el dokuması halı ve kilim yapılıyor. Arjantin’de bu yok. Anna’nın kardeşi, ‘halı-kilim getirip burada satın, Konya’da Mehmet’e gidin, o size yardım edebilir’ dedi. Mehmet o zamanlar halı kilim işi yapıyordu. Keçe olarak da sadece sikke yapıyordu. Sikke biliyorsunuz, semazenlerin kafasına taktığı başlık.”

Sonrasında Silvia, Anna ile birlikte Buenos Aires’ten yola çıkıyor. Geliş amaçları Türkiye’den mal alıp ülkelerine, götürüp satmak. “Konya’dan alacağımız halı ve kilimleri de Arjantin’de satacaktık. Karar verdik ve birlikte Konya’ya geldik. Mehmet’i (Girgiç) bulduk. Yıl 1994. Mehmet bizi bir dokuma atölyesine yönlendirdi. Atölye çok ilgimizi çekti. Burada eski halıları tamir etmeyi, renkleri, ipliği ve azıcık da halı dokumayı öğrendik. Benim asıl, desen yeteneğim olduğu için, desen çizmek istedim. Bana bir desen örneği verdiler, baktılar güzel çizdim. O vakit bana hemen iş verdiler. Mutlu oldum tabii.” Sözleri ile anlatıyor Silvia, Konya maceralarının başlama sürecini.

AŞKLA KALDI KONYA ’DA

 İlk başta seyahat programlarını üç ay için yapmış olan Silvia ve Anna’nın, bu sürenin sonunda halı ve kilimlerini alıp, Arjantin’e dönmeleri gerekiyor. Ama Silvia dönmek istemiyor yurduna. Anna dönerken, yanına halı ve kilimlerini alıyor, ancak kahramanımızı Konya’da bırakıyor.

Anna neden dönmek istemediğini şöyle anlatıyor bize: “Dönmek istemedim çünkü o üç ayda çok şey oldu. Çünkü Mehmet Beye aşık olmuştum. Bir üç ay daha kaldım bu yüzden Konya’da. Mehmet o sırada yüklü bir sikke siparişi almıştı. Ben, hem halı atölyesinde desen çiziyor, hem de Mehmet’e yardım ediyordum. Keçe aşkım da bu sayede başlamış oldu. Biraz biraz keçe dokumaya başladım.” Böylece altı ayını Konya’da, hem kendisine hem de sanatına aşık olduğu Mehmet Bey’in yanında geçiriyor Silvia. Altı ayın sonunda Arjantin’e dönüyor. Sevdiğinden uzakta kaldığı zaman bundan sonraki hayatını şekillendirecek en önemli kararını da veriyor. Silvia karar anına ilişkin, “Uzakta, kararımı verdim ve anladım ki ben Mehmet ile kalmak istiyordum. Türkiye’ye Konya’ya gitmeliydim. Aşk bu. Hiçbir şey durdurmuyor insanı.” ifadelerini kullanıyor. Sıra kararını ailesi ile paylaşmaya geliyor. Ailesi de, “Nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa.” diyerek, mutlu görmek istedikleri kızlarını serbest bırakıyor. Silvia artık yeniden Konya’ya dönüyor. “İkinci gelişimde yerleşmeye gelmiştim ve yerleştim. Sonra Müslüman oldum ve biz Mehmet ile evlendik. Birlikte çalışmaya başladık. Bir oğlumuz oldu. Adı Celalettin. Şimdi 16 yaşında. Lisede okuyor.” İşte eski Silvia, yeni Rabia’nın birkaç cümlede özetlediği hayatı böyle değişmiş oldu.

“Arjantin’i elbette özlüyorum. En çok da denizi, okyanusu, ailemi özlüyorum. Ama yapacak bir şey yok. Ben böyle mutluyum.”

 ANNESİ HER YIL KONYA’YA GE LİYOR

Rabia, oldukça memnun bir şekilde sürdürüyor hayatını… Başından itibaren çok yabancılık çekmediğini, birkaç küçük ayrıntı dışında çabucak herşeye alıştığını söylüyor. Ailesine özlemi ile ilişkin de şunları paylaşıyor: “Arjantin’i elbette özlüyorum. En çok da denizi, okyanusu özlüyorum. Ailemi özlüyorum tabii ama yapacak bir şey yok. Ben böyle mutluyum. Burada bir hayat kurdum. Sevdiğim bir işim var. Annem her sene geliyor ve 3 ay kalıyor. Öyle hasret gideriyoruz. Kardeşlerim pek gelemiyor. Yolculuk çok pahalı. Hepsinin kendi ailesi, çocukları var. Nasıl gelsinler. Ekonomik açıdan zor olur. Telefon ve internetten görüşüyoruz.”

Bu arada kendisini Konya ile tanıştırarak, hayatının değiştirmesine vesile olan Anna’nın da birkaç yıl önce vefat ettiğini belirtiyor. Rabia, tevekkül içinde ‘hayat’ diyerek karşılıyor bu durumu…

RABİA İSMİNİ BİR TURİST ÖNERDİ

Müslüman olduktan sonra ismini nasıl seçtiğini de anlatıyor Silvia. Öncelikle ilk başta Silvia olarak devam ediyor, Rabia ismini kendisi seçmiyor. Ona bu ismi bir Hollandalı turist uygun görüyor. Rabia olayı şöyle anlatıyor: “Mevlana’yı ziyarete gelen bir turist grubu dükkana girdiler. İçlerinden bir kadın, Hollandalıydı galiba. Şimdi tam hatırlamıyorum. O bana ‘Madem Müslüman oldun, ismini de değiştirmelisin’ dedi ve ‘Rabia’ ismini önerdi. Böylece Silvia olan adım, Rabia oldu.”

 DEDE MESLEĞİNİ YÜRÜTEN YABANCI GELİN

Rabia gönlünü kazandığı Mehmet’in sanatını da büyük bir özveri ile üstleniyor. Mehmet Bey, o zamanlar yoğun olarak halı kilim işiyle ilgileniyormuş. İplik boyuyor ve bu malzemeleri atölyeye veriyor, devamında da dokuyormuş. Bu arada Rabia da teknik olarak keçe yapmayı öğrenmiş artık. Rabia tam burada çok önemli şeyler anlatmaya başlıyor: “Aslında keçecilik Mehmet’in dede mesleği. Dedesi Konya’nın ilk keçe ustalarındanmış. Eskiden, keçe halı ve kepenekler yapıyorlarmış. Hamamda göğüslerini vurarak. Şimdi o kalmadı tabii. Dövme makinası var artık. Belli bir zaman sonra işi geliştirmek ve modernize etmek istedim. Ama Mehmet buna karşı çıktı. O zamanlar bir tek Mehmet yapıyordu Konya’da sikkeyi. Mehmet’in anlattığına göre dedesi keçe yapmasına ilk zamanlar izin vermiyor. Çünkü bu işi yapan başka bir usta daha varmış Konya’da. Çok enteresan, dedesi Mehmet’e, ‘Usta varken sen yapma bu keçe işini oğlum, filanca usta ne zaman hayattan ayrılır
veya bırakır bu işi, sen o zaman sikke ve keçe yapmaya başlayabilirsin’ demiş. Olaya bakın. Şimdi kalmadı tabii böyle insanlar. Ne zaman o usta bırakıyor, o vakit Mehmet sikke yapmaya başlıyor.” Bizi şaşırtıyor Rabia anlattıklarıyla… Rabia şaşkınlığımızı fark edip, “Mehmet’ten bu olayı dinlediğimde bana da böyle olmuştu.” diyor.

KEÇELER ARTIK MODERN

 

 

Rabia yıllar içinde modernize ettiği keçe örneklerini göstermeye başlıyor. İpek üzerine yaptığı keçe oldukça ilginç. Bu tekniği sorunca, “İpek üzerine çalışma tekniği dünyada uygulanan bir teknik. Ama seccade, yelek, çanta ve şapkalarda kendi geliştirdiğimiz bir teknik kullanıyorum. Böylece çok sağlam oluyor. Yıkandığı zaman diğer keçeler gibi küçücük kalmıyor ve eskiyerek delinmiyor.”
yanıtını alıyoruz kendisinden. Keçenin yapım evrelerini paylaşırken ne kadar zahmetli bir iş olduğuna tanıklık ediyoruz.


 
İnsanlar atölyesine gelip alışveriş yapıyor Rabia’nın. Bir de artık çağa uyarak internet ortamından da ürünlerini meraklısı ile buluşturuyor. ‘www.thefeltmaker.com’ üzerinden ulaşan meraklılara, satış yapıyor. Rabia’nın keçe yolculuğunda yeni ürettiği ürünler arasında, ipek şallar, fularlar, kadın ve erkek şapkaları, seccadeler, çantalar, yelekler, ceketler, cüzdan, telefon kılıfları, runner gibi pek çok çeşit var. Bu ürünleri çeşitlendirmeye de devam ediyor.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Magic Screen Glass ile Şeffaf Camınız Tek Tuşla Adeta Perdeye Dönüşüyor...

Magic Screen Glass likit kristal teknolojisi diye adlandırılan bir teknolojiye sahip. Tek bir dokunuş ile camlarınızda görüş kalkanı yaratılabiliyor veya camlara plazma özelliği kazandırılabiliyor.
 
      110 w AC voltajı ile çalışan sistem görüşe kapalı durumdayken metrekareye 7.0 w düşük güç harcıyor.
     
      Özel sistem ile üretilen M.S.G. camları elektrik anahtarı ile veya sensor ile kontrol edilebiliyor. Açık düğmesine basıldığında normal camdan farkı olmayan M.S.G camlar, kapalı düğmesi ile bir anda bakışlardan koruma ve gizlilik sağlıyor.
     
 Kullanım alanları
       Evler; iç mekan kapılarında ve camlarda, yatak odalarında, banyoların duşakabinlerinde, Ofis ve Binalarda; toplantı odalarında, restaurant pencerelerinde, showroomlarda, konferans odalarında, hastanelerde, Plazma olarak; evlerde, alışveriş merkezlerinde, indoor billboardlarda, fuarlarda, reklamlar için geniş ekran gerektiren her yerde.

17 Eylül 2013 Salı

Neslihan Moda'dan Uygun Fiyatlara Size Özel Gelinlikler ve Abiyeler

Neslihan Moda'nın (www.neslihanmoda.com) sahibi, tatlı ve hoş kadın Neslihan Hanım(Yanık) ile tanışmamız, bundan sanırım iki yıl kadar önce, müşterisi olduğum zamana rastlıyor. Ne kadar isabetli bir şey yapmışım ve  Esat Caddesi'ndeki dükkanına (o zaman ki) müşteri olarak girmişim. Aramızda güzel bir iletişim olmuştu ve biz uzun uzun sohbet etmiştik. Daha sonra ikimiz de işlerimize daldık ve bir daha görüşemedik maalesef. Ta ki bundan 8 ay kadar önce Neslihan Hanım'ın telefonuna dek.

Telefonda; Tunalı Hilmi Caddesi'ne  (Tunalıhilmi Cd.108/9 Tel:0312-417 05 04) taşındığını, işlerini biraz daha geliştirerek modaevine dönüştürdüğünü, gelinlik, abiye ve kına gibi tasarım işler hazırladığını ve Modaevi'nin açılışına beklediğini belirtmişti. Ben yine maalesef, diyerek açılışta bulunamadığımı ifade edeyim. Sonunda geçen hafta Tunalı Hilmi Caddesi'nde gezerken birden gözüm tabeliya ilişti ve kendimi kapısında buldum. O da şaşırdı. Hatta önce tanıyamadı. sonra yine kaynaştık, uzun uzun sohbetler ettik yine. Veee, bu sıcak, çok becerikli, cesur hanımefendiyi sizlere takdim etmeye karar verdim.
Neslihan Modaevi'ni takdimimdir....Önce Neslihan Hanım...  Buyrun lütfen....


Şu güzel ve içten gülümsemeye bakın. Bence siz de onunla bi tanışın...Pişman olmayacaksınız. İlla bir işiniz olması gerekmez. Günümüzde böyle doğal, insanı kasmayan ve o "ben çok bilirim" edalarıyla A'yı B'yi ağzımıza tıkayan modaevi sahiplerine hiç benzemiyor emin olun...
Yaptığı gelinliklerden birkaçının fotoğraflarını çektim. Fotoğrafları çektiğim sırada güneşin açısı doğru bir konumda değildi, ama yine de bastım deklanşöre. İdare edin artık.
 
 



 
 


 
 
 

2 Eylül 2013 Pazartesi

Ayrancı Antika Pazarı

Ankara'da bir pazar günü ne yapılabilir diye soracak olursanız, size, saatlerce vakit geçirebileceğiniz Ayrancı Antika Pazarı'nı öneririm.
 
 
Her ayın ilk pazar günü kurulan pazara, yıllar geçtikçe ilgi arttı ve gerek profesyonel, gerekse amatör antika meraklılarının, koleksiyonerlerin, uğrak yeri oldu. Bu hafta ziyaretçiler açısından kışa göre daha düşük katılımlı geçti. Sanırım insanlar hala tatillerini bitirmediler. Ama ekim ayından itibaren pazarda yanyana zor yürünür hale gelir.
 
Önceleri meraklı  ve gezgin kimliğimle takılıyordum. Temmuz 2013 pazarında ise ilk defa el yapımı ve antik takılarımla stand sahibi olarak katıldım. Benim için yanlış bir tarih seçimi oldu. Zira Ankara'nın boş olduğu bir sezonda pazara katılmak  pek doğru bir tercih olmadı açıkçası. Zarar mı ettim. Hayır, bilakis biraz kar ettim de denilebilir. Bundan daha önemlisi ise, yeni güzel insanlar tanıma, antika ve antikacının ruhunu birazcık da olsa anlayabilme şansım oldu. Bu toplama, toplayıcılık insana bir hastalık gibi bulaşıyor. Şu gider, bu gider derken, bir bakmışsınız siz de toplayıcılar arasındasınız.
 
Pazara katılımcı olarak gitme kararı ise içinizdeki merak canavarına yenik düşüp düşmemenize bağlı. Bu yüzden  iki ay aradan sonra 1 Eylül pazar günü kurulan pazara da katıldım. Yer bulmada biraz sıkıntı yaşasam da sağolsun dernek yetkilisi Hasan Bey durumu en iyisinden çözdü ve tam pazar girişinde bana güzel bir masa verdi. Temmuzdakine oranla ziyaretçi sayısı artmıştı ama, henüz tam istenilen düzeyde değildi.
 
 
81 yaşındaki sucu amcamız da pazarın ruhuna yakışıyor doğrusu... Katılımcılara su dağıttıktan sonra dinlenmek üzere, pazarın hizmet binasının kapısına geliyor. Tam benim masamın arkasına oturuyor, biraz dinleniyor, biraz benimle sohbet ediyor, sonra bir tur daha su satmak için çıkıyor.
Bayılıyorum bu tür insanlara. Bu yaşta hala ekonomiye katkıda bulunuyor. Kendi işinin patronu o. Pazarda herkes hoşnut onun su satmasından. Çünkü hizmeti ayağımıza getiriyor. Eğer yalnız katılıyorsanız (benim gibi), masanızdan pek ayrılamıyorsunuz. Komşular sağolsun destek atıyor atmasına da, bunu çok sık yapamıyorsunuz ne de olsa.
 
Ankara Kalesi'nde dükkanı olan Firdevs Abla'nın antik parçaları ile benim ve Gümüş ustası Erdal Beyin bazı tasarımlarıyla kurduğum masamdan bazı kareler aldım sizin için...